SEÇİME DOĞRU

Benim yazarlığımın bir hikâyesi yok. Şu haber sitesinin ana yüzünde fotoğrafları olup yazıları olmayan eski nesil amcalara inat olsun diye yazıyorum. Bir de hanımın: “Yaz tabii. Senin Zeki denen şu heriften neyin eksik?” cümlesindeki o kışkırtan, tahrik eden imasına destek olsun diye, anamın Zeki KILIÇ’ın fotoğrafını gösterip: “Bu şişko mu?” diyen alaycı bakışına güvendim.

Gerçi anam, başka şeyler de söyledi ama sitenin sahibi adamın dayısı, ben onları yazarsam, siz bu yazıyı okuyamazsınız belki diye vaz geçtim. Aman, neyse ne!

Baktım ki kimsenin yazacağı yok, dedim ki:

-Bari ben şu korku selinin önüne set olayım da yazayım.

Yazıyorum işte.

Konumuz malum: seçim… Baştan alalım. Her zaman olduğu gibi, yine bir sürü talip çıktı iktidar partisi adaylığına. Hadi canımlar da vardı, ağır toplar da… Hayati abi ağır toptu mesela, canip ve Mehmet Eratlar da. Latif Birgül’le Abbas Aydın, partide işgal ettikleri konumları itibariyle şanslı sayılırlardı. Bayağı bir macera, uzun bir bekleyiş oldu.

Beklerken ne yapacağını bilemeyenler de. Çingen kızının önünde avucunu açıp kısmetine baktıran da oldu, Astroloğa dünyanın parasını bayılıp tarot kağıtları üzerinden akıbetini öğrenmek gibi modern fal yöntemlerini deneyen de, Son parasını adaylığa yatırıp züğürde çıktığı için, papatya yapraklarını tek tek yolup:

“Başkanım – değilim – başkanım – değilim…” diye kendi falına kendi bakanlar da. Herkesin iyi kötü bir tuttuğu aday adayı vardı, üç aşağı beş yukarı tahmini de. Hiç kimsenin ki tutmadı. Reis yine sürpriz yaptı. Kimsenin aklında olmayanı, hatta adayın kendisinin bile rüyasında görse uyanıp üstünü örteceği şeyi; “şöhretse aha şöhret, lafazanlıksa en kralından!” deyip Savcı Sayan’ı aday yaptı. Bakmayın maaşlı çalıştığı televizyonda bağırıp çağırdığına önceden, İlk açıklamasından son nutuğuna, hepsinde, ortaya çıkan savcı bey’in hazır olmadığıdır. memleketten o kadar habersizdir ki, kendisi başkan olduğunda insanların gece 11’de sokakta rahatça gezebileceği potunu kırdığını fark etmesin diye yancıların kızaran avuç içleri bile ağrılıların homurtularını duymasına mani olamadı. Siz bakmayın Ağrı medyacığının datdaralillomcu yazarları ile sineklerin kafasında yaz kış patinaj yaptığı vatanperverimsi ( ne kötü bir tabir) yazarlarının amacı ”ne kaparız” olan ama bir düşünce kırıntısına rastlanmadığından ana fikri olmayan vıcık vıcık “yaparsa savcı yapar” karalamalarına. bir projesi bile yok adamın. Yol projesi, köprü projesi, avm projesi, çocuk parkı projesi bile yok. Park yapmayı akıl etmeyenin fabrika yapacak hali de yok. En müthiş fikri: “ AKP’nin 18 büyükşehir belediyesini, ikili ilişkileri sayesinde, Ağrı’da iş yapmaya ikna edeceği…” Sayan adını söylemedi ama ben bu projeye bir isim buldum. Sofrada tuzum, şöhretli arkadaşımıza kıyağım olsun. ın ının ııııııınnn… Projenin adını açıklıyorum: “Ölme eşeğim ölme, yaz gelsin yonca yedirecem procesi”… Kimse de sormuyor: “Bu 18 büyükşehir belediyesi hangisi?” “ Var mı bu 18 belediyeyi sizin partinin kazanacağı garantisi?”

“Hükümet tasarruf tedbirleri uygulayıp yatırımları kısarken, küçülen pastadan alacağı daha küçük payı kendi şehrine değil de Ağrı’ya yatıracak kadar akıl küpü(!) belediye başkan adayınız kim?

Yesin onu nenesi”

Hele 10.000 ( yazıyla, onbin. Yani on- bin. On tene bin) istihdam projesi, ağzı yormaya değmeyecek kadar evlere şenlik. Bütün bu günü kurtarma cümleleri bir yana, asıl sorulması gereken bu başlıkta: “Açlıktan ölse, dönüp yanındakine avuç açmayacak kadar gururlu olan ağrılıları bu avuç açan, yalvaran, fikir dilenen, bu dilenci kültürüne layık gören kafayı bulmak için ne içiyorsunuz?

Ağrı’nın kaynakları Ağrı’yı kalkındıracak yeterliliktedir aslında.

Memleketi geliştirecek proje ve fikir üretecek adamlara da sahibiz elhamdülillah.

Ankara’dan bakınca burası bu denli perişan mı görünüyor hakikaten.

Bu nasıl bir kafadır, siz ne ayaksınız aga?”

Demeliydik,

Demeliyiz,

Demedik. Bir de ağalık meselesi var tabi. Malum Tutak eşrafındandır kendileri. Ama sorsanız Tutaklılara: Biraz nobran, çokça hırçın,

Azıcık da kıyıcıdır zat-ı alileri. Hani başkan olursa mesela: Onun. “He1” dediğine, “Yok!” derse birileri, Garibime tekme tokat dalar mı yedi sülaleleri.

HDP, nam parti için bir şey demek gereksiz gibi geliyor aslında. zira Sayan’ın bu gün aday olmasındaki ilham kaynağı Sırrı’nın sır’ı dökülmüştü aslında. Şehirdeki sempatizan hevallerin (!) bütün propagandalarına ve korku salıcı bakışlarına maruz kalan milletin bir şey demediğine bakmayın. Vatandaş: “başkentten bu tarafa gelmeyi eziyet sayan, şehirde kiralık da olsa bir evi bile olmayan şehremin mi olurmuş?” dememişse durduk yerde niza çıkmasın niyetindendi. Talihe bakın ki görevden alındığı güne kadar hiçbir şey yapmama başarısı gösteren,

Onca geliri sıfır yatırımla taçlandıran(!) Sırrı’yı da Ağrı’yı da –birini tersten diğerini düzden-bir kayyum alıyordu ipten. “Önderliğin emrindeyiz!” repliğinin ağız alışkanlığıyla “Partimizin emrindeyiz!” dediklerine bakmayın. yerel siyasal hevaller de memnun değil dayatılan adaydan. Muşlu gitti, Vanlı geldi ya. Sırrı’nın gidişiyle kendilerine gün doğduğunu sanan yerli hevallerin – görüntü itibariyle- yüzlerinden düşen bin parça değilse, önderliğin kendilerini öz eleştiriye davet etme ihtimalinin kuvvetinden. Malum “çemçe’ye gitmek de var/ gidip de gelememek var”. Vanlı hevaller de pek hin çıktı. Bizim hevaller onlara Bekir’i satmıştı, intikam olsun diye onlar da bizim hevallere bunu çaktı. Sayan ne kadar biliyorsa memleketi ha bu da o kadar biliyor. Al birini vur ötekine; biri silahı, diğeri rantı seviyor, biri dini, diğeri dili kullanıyor, Biri canımıza diğeri malımıza kast ediyor. hepsinden daha tuhaf olan şu ki:

İkisi de İyi Parti’nin adayının restini görmüyor, göremiyor: “Üçümüz de bağımsız girelim, El mi yaman bey mi yaman görelim” teklifine ikisi de gelmiyor. Yusuf bir özel isim olmaktan çıkıp ikileme yapıldığında kast edilen bir fiil oluyor. Biri şöhretinin gereği - tıpkı Sırrı gibi- her fırsatta Ankara’ya kaçıyor, Diğeri kurbanlık koyun gibi akıbetini bekliyor.

Teyyare Mahallesiyle Gıbo Mahallesinin yerini bilmeyen adaylara inat, İyi Partinin adayı şehrin evladı olmanın avantajı, projeleri ve gür sesiyle hızla kazandığı sempatiyi daha büyük bir hızla oya çevirir mi? Normal bir dünyada olsa: muhakkak. Bizde bir hayliden daha fazla şüpheli… Aslında Taner söylemez en ilginçleri. Gücü imanında gizli. Çevresine topladığı bir avuç inanmış adamla başarmaya çalışıyorlar her şeyi. Ne ulusal kanallarda gezebiliyor ne de manşet olabiliyor yerli veya ulusal Pravdalara.

Yemekli olduğu için hayli kalabalık olabilen katılım toplantılarına çağrıldığı da yok:

Niteliksiz nicelikleri sürükleyen kodamanlar, umudun mavisini değil,

Doların yeşilini seviyorlar çünkü.

Esnaftan öğrenciye, kadından köylüye herkes için projeleri de var, ayakları yere basan, ele güne el açtırmayan.

Derdi kazanmak mı?

Elbette.

Ama ondan önce, Ağrı’da yaşayan insanlara dair derdi var.

Onların adam yerine konulması isteği.

Kazanabilir mi peki?

Bence hayır.

Mazlumun sesi çünkü

bu bakış açısıyla yerel ölçekte de olsa bir kahraman.

Bizim millet sevmez kahramanları.

Meşakkatli iştir o işler.

Avutulmak ister,

Boş beleş övülmek ister de

Doğruyu söyleyeni istemez.

Çünkü soğuktur doğrunun yüzü.

Sıcak yalanlarla avunmak ister,

Soğuğu sevmez.

Kazanırsa Ağrı’da yaşayan Ağrılılar kazanır.

Kaybederse güdülme işi devam eder.

Taner, ne mi yapar?

İnanmış, şiarı olan her dava adamı gibi, dilinde bir dörtlüğü Necip Fazıl’ın, dolaşır durur seçimini kaybettiği memleketin sokaklarını:

“Yaram var, havanlar dövemez merhem; Yüküm var, bulamaz pazarlar dirhem. Ne çıkar, bir yola düşmemiş gölgem; Yollar ki, Allah'a çıkar, bendedir.”

YORUM EKLE