MEMLEKETİN APAYDINLARI (!)

Barış Ülker'in Aydınları(!) tiye aldığı harika bir yazı

MEMLEKETİN APAYDINLARI (!)

Aydın… Ne kadar havalı bir kelimedir aydın kelimesi değil mi? Ee kelime böyle havalı olunca birçokları bu kelimenin peşine düşmenin telaşındadır! Etrafındakilerin onlara aydın demesi için çırpınır durur garipler. Hatta laf aralarında kendilerine aydın diyenler bile oluyor. Öyle ki aydın olduklarını düşünmelerinin yanında bir de apaydın olmanın yarışını bile verenler oluyor. Yakında bu işin mesleği çıkarsa şaşırmayın(!) Düşünsenize, birisine ‘‘Ne iş yapıyorsun?’’ diye sorduğumuzda, alacağımız cevap şu olacak: ‘‘Ben bir aydınım.’’ Hal böyle olunca, çağımızın en popüler işi durumundadır aydın olmak. Şimdi ortada bir meslek varsa bir de uğraş alanı olmalı bu mesleğin, öyle değil mi? Kelime itibariyle bir aydına ihtiyaç duyulabilmesi için her şeyden önce bir karanlık ortama ihtiyaç vardır. Niçin? Çünkü karanlık olmadan aydına ne hacet? Yani şimdi teorik olarak önce karanlık ve puslu bir hava olmalı ki aydın talebi olmalı bir memlekette. Peki bu aydın dediğimiz insanlar pratik olarak ne iş yapar diye sorduğumuzda karşımıza şu yanıt çıkar: Aydın her işten anlar (!) Ekonomiden, politikadan, kozmolojiden, transplantasyondan, teolojiden… Akla gelecek her işten anlarlar. Anında her şeyin uzmanı olabilme gibi bir yetiye sahip olabiliyorlar mesela. Her şeyi bilme özelliklerinin yanında nasıl oluyorlarsa en kibar, en naif ve en maharetli olma yolunda da büyük gayret gösterebilme özelliğine de sahip oluyorlar. Hatta bir dönemler, röpteşambır, döpiyes, fular gibi kıyafetler olmazsa olmazlarıydı. Neyse ki şimdiler de pahada aynı fakat görüntü de biraz daha farklı giysiler tercih ediyorlar(!)

bu kavram nereden çıktı diye soranlarımız olabilir. Şöyle: 15. yüzyılın ortalarıydı. Haçlı seferleri çoktan tamamlanmış, Avrupa insanı yaptıkları akınlar sonucunda uzun bir süredir İslam coğrafyasından getirdiği ilginç bir şeyle meşgul olmaya başlamıştı. Getirilen o ilginç şey ne miydi? O şey ‘‘düşünceydi.’’ Avrupalı insan ilk defa akıl denen bir kavramla karşılaşmıştı. Fakat bu akıl öncekilerden çok farklıydı. Sorgulamayı ve yargılamayı insan olmanın merkezine yerleştiren bir akıldı bu. İsmine felsefe dedikleri bir ateş Avrupa’yı sarmaya başlamıştı. Artık ne din ne de siyaset yataklarında rahatça uyuyabiliyordu. Çünkü akıl Avrupa’nın evine girmiş ve elindeki kırbaçla önüne gelene saldırıyordu. İslam coğrafyası Antik Yunan’ın bilimi ve sanatı içinde barındıran felsefesini almış, kendi içinde öğütmüş ve devasa bir ekol oluşturmuştu. Avrupalılar ise Haçlı Seferleri sonucunda bu devasa ekolle karşılaşmış, hatta yetmemiş bizatihi yanı başındaki Yunan dünyasının farkına da varmıştı. Rönesans, Reform dönemleri derken adına ‘‘Aydınlanma’’ denen yeni bir dönem başlamıştır. İlginç olan şu ki; tüm bu dönemler yaşanırken Avrupalılar yaşadıklarını tanımlama derdine düşmemişlerdir. Yani birileri kalkıp da ‘‘Ey ahali, şu an aydınlanıyoruz ve biz de sizleri aydınlatacak insanlarız!’’ gibi söylem dertleri olmamıştır. Kısaca, kendilerine toplumların kurtarıcısı ya da aydınlatıcısı gibi vazife yüklememişlerdir. Onlar sadece aklın ve düşüncenin emrine girerek üretmenin derdini gütmüşlerdir.

Şimdi gelgelim eğer bir aydın sınıfı varsa o sınıfın var olma şartlarına: Öncelikle, aydın kendisine aydın demez. Çünkü kendisini yetersiz görür. Hep en iyisini ben bilmiyorum der. İkincisi, aydın sosyoekonomik olarak toplumun en alt katmanıyla aynı hayat şartlarını yaşar. Çünkü, herhangi bir yoksunluk öyle yaşamadan hissedilecek bir şey değildir. Üçüncüsü, aydın kendisini karanlığın en dibinde görür. Dolayısıyla, oradan kurtulmak için sürekli çabalar. Böylelikle düşünsel ve duyusal gelişimini devamlı açık tutar. Dördüncüsü, aydın kendisini orada burada göstermek için çabalamaz. Yazdıklarının, yaptıklarının ve söylediklerinin bir an evvel fark edilmesi için özel bir uğraş vermez. Beşincisi, aydın her duyguyu zirvesinde yaşar. Umut, umutsuzluk, merhamet, öfke gibi birbirine ters hisleri yoğun yaşar. Zira, duygular düşüncelerin ateşini körüklediği için ne kadar çok hissedilirse o kadar düşünmeye yönlenir insan. Altıncısı, aydın cesur olur. Kaybetme korkusunu yaşamaz. Onun korktuğu tek şey korkuya kapılma hissi olur. Yedincisi, aydın onurlu olur. Düşünceleri ve duyguları satılık değildir.

Listeyi uzatıp kimseyi sıkmak istemiyorum. Şimdi siz karar verin kıymetli canlar! Memleketin apaydınlarından kaç tanesi aydın oluyor bu durumda?

Selametle…

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER