FAİZ KAVRAMININ TARİHİ VE SEBEPLERİ

Barış Ülker yeni yazısıyla sizlerle

FAİZ KAVRAMININ TARİHİ VE SEBEPLERİ

Faiz günümüzde hemen hemen herkesin ne olduğunu bildiği bir kavramdır. Öyle ki, bugünlerde çok daha fazla gündemimizi meşgul etmektedir. En geniş tanımıyla, ekonomik bir değerin geri alınmak üzere bir başkasına verilmesi sonucunda elde edilen kazançtır. Bir anlamda o ekonomik değerin kiralanmasıdır. Peki hiç düşündünüz mü bu faiz denilen şey nasıl ortaya çıktı?

tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eskidir. Faiz hakkındaki ilk yazılı kaynaklar ise Babillerin efsanevi kralı Hammurabi’nin koyduğu kanunlarda geçer. Hammurabi kanunlarında hangi maldan ne kadar faiz alınacağı tek tek yazılmıştır. Bu anlamda faiz yasal bir korunak kazanmıştır. Kimi söylentilere göre ise faizin tarihi Sümerlere kadar ulaşmaktadır. Sümerlerde ekim yapmak isteyen birinin bir başkasından tohum istemesi üzerine, borç veren kişinin verdiğinden daha fazla tohum talep etmesi üzerine faiz kavramı ortaya çıkmıştır. Ama tüm bunların dışında, daha da önemlisi neden faiz yöntemine ihtiyaç duyulmuştur? Merhum Profesör Feridun Ergin ‘‘Para Politikası’’ isimli eserinde bunu çok ilginç bir tarihsel yorumla anlatır. Şöyle ki; aslında faiz insanların sahip oldukları malları nasıl muhafaza ettiklerini öğrendikleri anda ortaya çıkmıştır. Önceleri insanlar acıktıklarında avcılık yaparak karınlarını doyurur ama yakaladıkları avın tamamını tüketemedikleri zamanlarda kalan et çürümesin diye başkalarına borç olarak verirmiş. Fakat daha sonraları avdan geriye kalan eti nasıl muhafaza edeceklerini öğrendiklerinden artık başkalarına borç olarak vermek istememişler. Bu yüzden borç verirken daha fazlasını isteme fikrini bulmuşlar. Burada dikkat edeceğimiz nokta şu ki; hem borç veren için hem de borç alan için temel kavram mecburiyet olmuştur. İnsanlar mecbur oldukları için birine borç vermiş ve mecbur oldukları için birinden borç almıştır. İşte borç alanın mecburiyetini ve bir anlamda çaresizliğini gören mal sahibi bundan yararlanma yoluna girdiği için faiz olgusu ortaya çıkmıştır.

Faiz, yukarıda yaptığım tarihsel ve ekonomik tanımın çok daha ötesinde bir derinliğe sahiptir. Geçimini sağlamaya çalışan ya da üretim yapmak isteyen birinin ihtiyaç duyduğu parayı başkasından istemesi yani bir mecburiyet içinde olması sonucunda bu mecburiyeti bilenlerin durumu fırsata çevirmesinden başka da bir şey değildir faiz. Tarihte birçok inanç sistemi ve devlet yönetimi bu faiz sistemini yasaklasa da bugün ekonominin başat kavramıdır faiz. Öyle ki günümüzde faiz sistemini kurumsallaştıran ve bir gelir kapısı olarak kazanç sağlayan finans kurumları ekonominin en kudretli elleri olmuştur. O kadar güçlüdürler ki iktisadi genişlemede de durgunlukta da kâr elde etme ihtimalleri çok yüksektir. Peki ama bahsetmiş olduğum faizin arkasındaki felsefe nedir? Neden insan elindeki parayı birine borç olarak verirken ücret talep eder? Faizi savunanlar için bu sistem, borç olarak verilen paranın geri ödeneceği zamana kadar işletilememe zararının veya değer kaybının önüne geçer. Dolayısıyla onlara göre bu bir fırsatçılık değil aksine zarurettir. Çünkü yine onlara göre sistem, paranın elde tutulmasına izin vermiyor. Para eğer elde tutulur veya bir başkasına faizsiz verilirse enflasyondan dolayı erir. Dolayısıyla onların nazarında verilen borcun bir ücreti olmalıdır. Bu açıdan bakılınca haklı gibi görünüyor olabilirler. Oysaki buradaki kilit kavram ‘‘SİSTEM’’ kavramıdır. Bunu bir oyuna benzetebiliriz. Nasıl ki bir oyunu ortaya çıkaran, o oyunun kurallarını da kendisi belirliyorsa, bu sistemin kurallarını belirleyen de bizatihi sistemi kuranlardır. Bu noktada oyunun kuralı paranın değer kaybına uğramasıdır. Bu yüzden faize dayalı bir ekonomik model ortaya koyup, bu modelin kurallarını belirleyenler bunu bir mecburiyet masumiyetine büründürmektedirler. Oysaki paranın değerini düşürmek bu hikâyenin asıl kahramanıdır. Tüm dünyaya hâkim olan mevcut iktisadi model, ulusal para birimlerinin değerleriyle oynamayı yani terimsel karşılığıyla manipülasyona izin vermektedir. Başka bir deyişle kurulan düzeni sanki kendileri kurmamış gibi o düzenin kurallarının ardına sığınıyorlar. Hem de bunu yaparken faizi normalleştirmeye çalışarak insanlığa kabul ettirmeye çalışıyorlar.

Gelgelelim işin ahlaki boyutuna. İnsani boyutta faiz, bir insanın çaresizliğinden veya mecburiyetinden istifade ederek onun emeğine ve lokmasına el koymaktır. Kazanılan 10 liranın 3 lirasını faiz olarak birilerine vermemiz esasında çalıştığımız her 10 günde 3 gün başkaları için çalışmamız manasına gelir ki esas adaletsizlik de bu noktadan itibaren başlar. Esasında bu karşılıksız bir şey vermeme duygusunun altında insanın karanlık bir özelliği yatar! O da birisi için iyiye dair bir şey yaparken ondan daha fazlasını isteme cüretkârlığıdır. Pek çoğumuz bir iyilik yaptığımızda o iyiliğin karşılığını istemekle kalmayız, üstüne daha da fazlasını isteriz. İşte faizin arkasındaki felsefe de insanın bu karanlık yönüdür. Buradaki anapara yapılan iyilik olurken, faiz ise daha fazla iyilik beklemektir. Dolayısıyla faizi yalnızca ekonomik bir terim olarak değerlendirmek bütünüyle insan doğasını temize çekmek olur. Oysaki yapılan iyiliği bir anaparaya benzettiğimizde, insana yakışan yapılan iyiliği faiziyle istemek bir yana dursun, o anaparayı yani iyiliği bile karşılıksız yapmaktır.

Karşılıksız iyilikler yapmamız temennileriyle...

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER