BU ŞEHRİN KADERİ KİMİN Mİ ELLERİNDE?

BU ŞEHRİN KADERİ KİMİN Mİ ELLERİNDE?

BU ŞEHRİN KADERİ KİMİN Mİ ELLERİNDE?

Normalde yazdığım her yazıda önce yazıyı yazar, sonra da başlığını belirlerdim. Ama her nedense bu kez doğrudan bu başlık geçti aklımdan.

Birkaç haftalığına uzakta olmanın ve başka yerleri bir kez daha görmenin tesiri olsa gerek ki Ağrı geçti içimden yine. Birkaç defa sorulmuştu bana, neden Ağrı'nın geri kalma sebeplerini yazmıyorsun diye. Ama soru o kadar büyük ve derindi ki esasen cevap bulmak da zorlanıyor, gücümün yetmeyeceğini düşünüyordum. Çünkü bu sorunun cevabı kâinatın tüm gizemlerini çözmek gibi muazzam bir güce sahip olmak gibi geliyordu bana. Bilirsiniz ki tarihten iz bırakmış büyük bazı düşünürlerin ve bilim insanlarının temel hedefi büyük resmi görmekti. Mesela Einstein'ın asıl hedefi "Her şeyin Formülü" dediği şeyi bulmaktı. Ya da eskiden anlamakta en zorlandığım iki filozoftan biri olan Immanuel Kant'ın da asıl derdinin bu olduğunu anlamıştım sonraları. Her şeyin en saf ve en hakiki halini öğrenmek. Aristo'nun, İbni Rüşd'ün, Karl Marx'ın ve diğerlerinin temel dertleri esas sebebi bilmekti aslında. Yani öyle bir şey keşfedilmeliydi ki artık ötesini düşünmeye gerek kalmamalıydı. İşte bu denli devasa bir soruydu aslında Ağrı'nın geri kalma sebebini izah etmek. Herkes kendince bir cevap bulmaya çalışmıştır. Kimisi bulduğuyla kendini avutmuş, kimisi ise avunduğunda kendini kaybetmiştir. İyi ama bu şehrin kaderi kimin elindeydi? Birkaç idarecinin yahut varlıklı insanın elinde olduğunu demek içimden gelmiyordu. Çünkü birileri ikbâlini yitirme uğruna kendini böylesi büyük bir davaya adar mıydı sizce? Ya da akşamı nasıl edeceğini bilemeyen üç beş garibana böyle bir mesuliyet vermek de manasız geliyordu bana. Bunları düşünürken cevabı bulmak beni hakikaten üzdü. Cevap belliydi: Bir şehrin kaderi o şehrin neden geri kaldığını soran herkesin elindeydi aslında. Sorumluluk bu sorunun yanıtını merak edenlerindi. Ne de olsa insan dediğimiz canlı bildiğinden sorumlu tutulan bir tür değil midir? Ve bunu bilen herkes tüm alemlerde asli sorumludur. Ve yine bunun gereğini yerine getirmeyen de bir o kadar asaleten vebal altındadır. Madem ki böylesi bir soru sormaya aklımız eriyor, o vakit bir şeyler yapmaya da aklımız ermek zorunda. Ondan bundan medet ummaktansa varoluşumuzdan medet ummaktır bu. Mesela yerden bir çöp kaldırmak, mesela bir yoksula sessiz sakince bir lokma ikram etmek, ya da mesela küçük bir haksızlığa karşı az buçuk direnmek!!! Her gün küçük bir güzellik yapmaya kendimizi adasak en azından üstümüzden bu vebal biraz olsun kalkmaz mı sizce?

Yaşam vakti gitgide daralmakta. Bir gün bir de bakmışız ki yokuz. Ve bir gün bir de bakmışız ki sabah dünyada açtığımız gözlerimizi ertesi gün başka bir yerlerde açmışız. Daha önce görmediğimiz bir yerlerde… Issız, karanlık ama belki de apaydınlık!

Kalın sefa ile...

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER