AVRUPA’NIN YEMYEŞİL TABUTLARI…

Yazılarına bir hafta ara veren köşe yazarımızın son yazısı ''AVRUPA’NIN YEMYEŞİL TABUTLARI… ''

AVRUPA’NIN YEMYEŞİL TABUTLARI…

Bir şehir ya da bir köy sizce neden dağların arasına saklanır? Aramızda buna cevap verebilecek kimse var mıdır? Cevabı basit aslında. Bir gün başına gelecekleri bilir de ondan… Bir gün o dağların kuytuluklarında can vereceğine emindir de ondan. Ama insanoğlu bu... En çok da dağların gönlüne yuva kuranları yok etmeyi marifet bilir.

Şimdi diyeceksiniz ki niye bunları dedin? Anlatayım. Ama önce sizleri 1648 yılına götürmek istiyorum. 1648 senesinde Avrupa devletleri ‘‘Westphalia Antlaşması’’ diye bir antlaşma imzalar. Bu antlaşmayla Avrupa ülkeleri devlet tanımını yeniden yapar. Bu tanıma göre artık devlet, sınırları ve egemenliği belirli olan bir kurumdur. Ve tıpkı daha sonra ortaya çıkacak olan eşit yurttaş anlayışı gibi eşit devlet anlayışı belirir. Bu düşünce daha sonra terminolojiye ‘‘Ulus - Devlet’’ olarak girer. Peki neden mi önemlidir bu kavram? Bu kavramla beraber artık Avrupa’yı acıdan acıya sürükleyecek olan yeni devlet fikri ortaya çıkmış oldu. Böylece klasik anlamda imparatorluk denilen çok uluslu devlet algısı yerini Ulus - Devlet düşüncesine bırakıyordu. 350 yıllık bu fikir imparatorlukların ortadan kaldırılmasına sebep oluyordu. İşte o imparatorlukların sonuncusu da Yugoslavya İmparatorluğu’ydu. Her ne kadar iktisadi ve coğrafi olarak büyük bir güç olmasa da Avrupa’nın göbeğinde birçok ulusu içinde barındırması ve Soğuk Savaş döneminde ne Batı dünyasına ne de Komünist dünyaya yakınlık duymadan kendisine bağlantısız bir konum belirlemesi Batılı güçler nezdinde onun parçalanması için yeterliydi.

İşte en başta söylediğim dağların arasına saklanan şehirlerden biri de bu Yugoslavya İmparatorluğu’nun içerisinde bulunan Srebrenitsa şehriydi. Kendisine bir kader çizmek için yemyeşil dağların arasına sığınan bu şehir de başına gelecekleri bilircesine o dağların kuytuluklarında can veriyordu. Artık herkesin ezber ettiği Batı’nın ‘‘Önce kargaşa çıkar sonra da müdahale et’’ politikası burada da kendisini gösteriyordu. Srebrenitsa Soykırımı’nın detaylarına girmek istemiyorum. Tarihin gördüğü en namert insan kıyımlarından birinin yaşandığını söylemekle yetineceğim. Asıl demek istediğim şey şu ki, klasik anlamda imparatorluk şekli Avrupa’da kalmamıştır diyemeyiz. Bugün Avrupa için Türkiye her ne kadar yönetim biçimi değişse de demografik olarak hâlen imparatorluk olarak görülmektedir. Dolayısıyla Batı uygarlığının gözünde Westphalia süreci tamamlanmış bir süreç değildir. Tam da bu noktada yakın geçmişte Srebrenitsa’da tanık olduğumuz kıyım, Avrupa’nın yemyeşil tabutlara dönük bitmek bilmez özleminin son halkası olmuştur. Fakat bunun sonsuz bir zincirin tek bir halkası olduğunu unutmayalım asla!!!

Sırbistan’ın içerisinde bulunan ve Bosna Hersek ile olan sınır şehri konumunda bulunan Srebrenitsa’yı sadece senede bir gün anıp geçmek yan yana dizili tabutları yalnızca ölüler topluluğu görmekten öteye taşımıyor bizleri. Oysaki diriler için ölüler en canlı ibret kaynağı olmalıdır. Yaşayan her insan için en canlı örnek zulme uğrayarak bu dünyadan göç edenlerdir. Onların mirası sadece duygusal birkaç sözle geçiştirilemez. Onların mirası gelecekte bizleri bekleyen tehlikeleri anlayabilmek için yazılmış ansiklopedik birer bilgi kaynağıdır. Yeter ki mazlumların hikâyelerini aklımızdan çıkarmayalım.

Herkese anlamlı ve bilgiyle dolu bir yaşam dilerim.

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER