MAVİŞ BİR YİĞİT

Gazetemiz Köşe yazarı Barış Ülker 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı münasebeti ile ''MAVİŞ BİR YİĞİT'2 başlıklı makaleyi kaleme aldı.

MAVİŞ BİR YİĞİT

‘‘Bedeni ihtiyar, ruhu civan bu memleket tepelerinde bir yiğit…

Maviş bir yiğit volta atıyordu.

Kederi önünde, gururu göğsünde…

Mavişliğini işliyordu ilmek ilmek memlekete.’’

Onu anlatabilmek… Umudun rengi olan maviyi dile getirmektir onu anlatabilmek. Kıpkızıl memleket topraklarının göbeğine haysiyet fidanını dikebilmektir onu anlatabilmek. Hakkında onca türkü, onca marş yakıldı; uğruna bütün kelimeler seferber olup da mısralar dizildi. Ama hiçbiri ne onu anlatmaya yetti ne de bizlerin onu anlamasına… O, maviş bir yiğit… Kederi önünde, gururu göğsünde Karadeniz’in maviliklerinden göklerin düşlerle bezeli bir başka maviliğine adım atıyordu elden düşme bir vapurla. Başına ne geleceğinin, kimlerle neler yaşayacağının göğsünü saran en tabii hisleriyle açılmıştı yola. Fakat yaşamak onun için sadece yüreği kadar değil, aynı zamanda eti kadar, kemiği kadar direnebilmekti. Ve bu duygularla başlamıştı Anadolu’nun direniş hareketi. Anadolu insanı ise direnişi bilmez değildi, bilirdi elbet. Bilirdi yoksulluğa direnmeyi; bilirdi eşkıyaya, uğursuza ve zulüm erbabına direnmeyi. Ne var ki belki de ilk defa direnecekti hürriyetine göz koyana. Çünkü bilse de aşın, lokmanın yoksulluğunu, hiç bilmemişti ki özgürlüğün yokluğunu Anadolu insanı. Ve böylece adımlamaya başladı maviş yiğit Anadolu’nun anadan doğma yoksul topraklarını. Adımlayarak anlattı bir adım ötedeki esareti. Bir adım ötedeki haydutları, bir adım ötedeki atlıları anlattı. Atlarının nalları insan kemiğinden örülü atlıları anlattı. Ne mi oldu? Anadolu insanı yine namus günüdür dedi, düştüler yollara erimiş bedenleriyle. Düştüler maviş yiğidin rüyalarının peşine. Ama o erimiş bedenler bir bir cengâverliğin ruhunu atmışlardı sırtlarına. Ve bir bir saplandılar kâinatın daha evvel görmediği namertliğe. Ama iş bitmemişti daha. Hem maviş yiğit için hem de onlar için bir vatan kurmak vardı sırada daha. Ama vatan kurmak o kadar kolay değildi. Hele ki vatanın ilk evlatlarından olmak ki hiç kolay değildi. Hani hepimiz ya biliriz ya da duymuşuzdur, ilk evlat olmak kolay değilmiş eskiden bizim topraklarda. İlk evlat olunca yükü de yoksulluğu da en çok sen çekersin. En az senin aç kalışın dokunur yüreklere. Ananın, babanın ilk evladı olmayı anlarız da hele ki vatanın ilk evladıysan, sırtındaki kambur çıkar daha yirmili yaşlarında. Yani anlayacağımız, bir memleketin ilk evlatlarından olmak demek, altmış yaşında dünyaya gelmek demekti. Gelmişsek altmış yaşında dünyaya, zannetmeyelim ki öyle uzun müddet ana baba görürüz. Şanslıysak dönmüştür babamız harp meydanından ve yine şanslıysak arkasında bırakmamıştır kolunu, bacağını veyahut çift sürecek ciğerini.

Ve böylece onlar da tek ayaklarıyla, tek kollarıyla ve tek ciğerleriyle kuruyorlardı yurdu. O yiğit ise mavişliğini kapatıyordu dünyaya.

Mavişliğin daim olsun bu topraklarda.

YORUM EKLE
YORUMLAR
Taner YAŞAR
Taner YAŞAR - 3 yıl Önce

Bu millet ne zaman dara düşse mutlaka bir lider çıkar karanlıklar ardından, ışık tutar aydınlıklara
Ergenekonda "BÖRTEÇİNE"
Ötüken'de "KÜRŞAD"
Malazgirt'te "ALPARSLAN"
YİNE KUTLU BİR KOMUTAN
YANINDA YÜZLERCE GAZAHAN
GÖK MAVİ GÖZLERİYLE
GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK VE BÜTÜN SİLAH ARKADAŞLARINI RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUZ RUHLARI ŞAD OLSUN MEKANLARI CENNET

KALEMİNE SAĞLIK "LOKMA" ŞAİRİ

Taner YAŞAR
Taner YAŞAR - 3 yıl Önce

Bu devlet her zor zamanında

SIRADAKİ HABER